1. İç Dizayn (Interior Design)

Filmin başrol oyuncusu Hilal'dir aslında. Hilal'in iş bulmaya ve çalışmaya niyeti olmamasına rağmen, şehrin kuralları Hilal'i iş bulmaya zorlamaktadır. Hilal uzun süre iş aramasına rağmen bulamayınca, kendisini değersiz bir eşyadan farksız gibi hissetmeye başlar. Ve birgün yavaş yavaş ahşap bir sandalyeye dönüşür. Kendini sokağın ortasında bulduktan sonra, bir kaç kez el değiştirerek bir müzisyenin evinde bulur kendini. Hilal kendini neyin mutlu ettiğini artık bulmuştur. Bir evde sıradan bir eşya olarak yaşamak Hilal'in aradığı yaşam tarzıdır. Şehir yaşamının kuralları ona artık işlememektedir.
İç dizayn, bir çok şehirde yaşanan "hayat kazanma yarışı"nın Tokyo versiyonunu farklı bir açıdan ele almış. İnsanların şehri değil, şehrin insanları şekillendiriyor olması filmin vermek istediği mesajlardan biri. Ve aslında şehir denen insan topluluğunun bireyi, yani kendisini ne kadar değersiz gördüğünü vurguluyor. Elli metrekarelik evlerden sabah güneş doğmadan çıkıp yapabileceğinin en iyisi sergileyen ve güneş battıktan sonra geri dönen milyonlarca insan. Bu kurala uymak istemeyenleri ise dışlayan ve değer vermeyen bir toplum gözler önüne seriliyor.
Bu kurala uymayan şey cansız bir varlık olmalıdır ve Hilal de kuralları çiğnemek için sandalyeye dönüşmüştür. Para kazanma hırsından uzak, evde televizyon izleyerek, duvarlara dergilerden kestiği resimleri yapıştırarak bir hayata yelken açar.
Bu arada yönetmenin Sil Baştan (Eternal Sunshine of a Spotless Mind) filminin yönetmeni olduğu bilgisini de verelim.
2. Merde

Merde'nin geçmişi ve nereden geldiği bilinmiyor. Tek bilinen görünümünden anlaşıldığı kadarıyla Japon olmadığı. Bu nedenle Merde Japonya'ya iltica eden bir göçmeni temsil ediyor. Japonlar aslında kendilerinden olmayanı pek sevmezler. Xenophobia denen bu fenomenin önde gelen örneklerinden biridir bu millet. Çünkü Japonlar hakikaten hem görünüm hem de yaşantı olarak farklı insanlar, ve onların arasına karışıp onlar gibi olmak çok zor. Japon milletine en yakın olan Kore milleti bile Japonya'da çeşitli sorunlar yaşıyor.
Merde spesifik olarak bir milleti temsil etmiyor, japon olmayanları simgeliyor filmde. Kendine ait bir dili ve dini var. Garip yaşantısı belki de mensubu olduğu bu dinin getirisi. Bu nedenle lağımlar onun evi olmuş. Japon imparatorunun sembolü olan kasımpatı çiçeği ve kağıt para yiyerek besleniyor. Japonlardan nefret ediyor, sebebinin ise çok uzun yaşamaları ve küçük gözlere sahip olmaları olduğunu söylüyor. Aslında Merde'nin nefretinin nedeni bunlar değil, Merde'nin nefretinin sebebi japonların japon olmayanlara olan nefreti.
Bu noktada Amerika'da yaşanan 11 Eylül saldırılarına da bir gönderme yapılmış. Doğu insanın Batı'dan nefret etmesinin sebebi aslında Batı'nın Doğu'yu hep dışlaması ve küçük görmesi değil midir denilmiş sanırım. Yanılıyor da olabilirim.
Gönderme demişken, bu noktadan yola çıkarak japon popüler kültürüne bir çok eleştiri de gönderilmiş filmde. Rutin hayattan farklı olarak gelişen bir olaya basının yaklaşımı, cep telefonu görüntülerinin flaş haber yapılması, insanların olaya tepkisi, Merde fan kulüplerin kurulması, Merde biblolarının satışa çıkarılması derken japon pop kültürü iyiden bir nasibini almış yönetmenden.
Toplumun Merde'ye olan nefretine geri dönecek olursak, olayın altında İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonların diğer milletlere yaptıkları akla geliyor. Zaten Merde'nin kanalizasyonda savaştan kalma teçhizatlar bulması onun savaş sırasında esir alınarak bir şekilde yeraltında yaşayarak bugüne kadar gelmesi tahmini yapılmasına neden oluyor. Merde'nin mültecileri temsil ettiğini söyledik ama, bu göçmenlerin içinde Japonların İkinci Dünya Savaşı'nda katliama maruz bıraktığı milletler yoğunlukta. Merde'nin mahkemede annesinin başından geçenleri anlatması, Japonların Nanking katliamını akla getirmiyor değil.
Filmin sonunu anlamayan ve Merde'nin nereye kaybolduğunu merak edenler olabilir. Merde'nin kendine ait bir dininin olduğunu hesaba katarak yorumlamak kafalardaki soru işaretlerine cevap getirecektir.
3. Tokyo'yu Sallamak (Shaking Tokyo)

Hikikomori, içine kapanık japon toplumunun büyüyen tümörlerinden biri. Filmde kurgu gibi görünse de, bu insanların sayısı azımsanmayacak derecede fazla. Yönetmen Joon Bo-Hong (ki kendisi Gwoemul - Canavar filmiyle ünlüdür), filmde bu insanları titreterek kendine gelmelerini sağlamak istemiş. Bu nedenle Shaking Tokyo ismi ve hikikomori'nin bu hayata son verecek adımını bir depremle atması oldukça manidar. Hikokomori'nin içinde bulunduğu hayattan kurtulmak için verdiği mücadele ilginç. Filmde vurgulanmak istenen konulardan biri de eğer bütün toplum hikokomori olsayı şehir nasıl olurdu idi. Japon milletinin filmden ibret almasını, titreyerek kendilerine gelmelerini diliyorum.

Son olarak, pizzacı kızı son zamanlarda yıldızı giderek parlayan Yu Aoi canlandırıyordu. Hayatım boyunca sanırım sadece filmlerde göreceğim Yu Aoi'ye bir hikokomori'nin aşık olması ve mutlu sona ulaşması açıkçası beni oldukça kıskandırdı. Hikikomori'yi canlandıran Teriyuki Kagawa da yabana atılacak bir aktör değil ama olsun. Yu Aoi ile tanışmak için hikikomori olmaya bile razıydım ben halbuki :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder